12 May 2015

Soma’dan Tuzla’ya İş Cinayetleri Nasıl Doğallaştırılıyor? – K. Murat Güney

Geçtiğimiz yıl bugün Soma’da Türkiye tarihinin en büyük dünya tarihinin de sayılı büyük işçi katliamlarından birini yaşadık. Soma, tam sayısını hala bir türlü öğrenemediğimiz yüzlerce işçiye mezar olurken, Tayyip Erdoğan’ın ağzından hep şu cümleleri duyduk: “Kazalar bu işin fıtratında var. Dünyanın her yerinde benzeri kazalar oluyor. Madencilikte bu kazaları olağan karşılamak lazım.”

Bu yaklaşım, şüphesiz birçoğumuzun isyan etmesine yol açtı. Zira Erdoğan madencilik kazalarının dünyanın her yerinde olduğu tezini savunurken güncel değil 19. yüzyıl İngiltere’si, 20.yüzyıl başı Amerika’sı gibi 100-150 sene öncesinden örnekler vermişti. İş kazalarının oranına dair güncel verilere baktığımızda Türkiye’nin durumunun AB ülkelerinin oldukça gerisinde olduğu görülüyordu. Soma katliamından sonra kaleme alınan birçok yazıda da çokça paylaşıldığı gibi AB ülkelerinde 100 bin işçi arasında ölümlü iş kazaları 2 civarındayken Türkiye’de bu oran 15’in üzerindeydi. (bkz. Aziz Çelik: “Soma Katliamı”)

Peki, nasıl oldu da tüm bu haklı ve yerinde eleştirilere rağmen Erdoğan’ın iş kazalarını normalleştiren ve doğallaştıran söylemi sadece AKP’li siyasetçiler değil, AKP’ye oy veren geniş seçmen kitlesi ve toplumun başka kesimleri tarafından da kolaylıkla ve hemen kabul görüp savunulur oldu? Bu sorunun cevabını AKP seçmeninin her denilene inanması veya lidere koşulsuz itaatkârlığı ile açıklamak indirgemeci ve yetersiz bir yaklaşım olacaktır. Zira iş kazalarının doğal ve normal olduğuna dair söylem sadece günümüze, Erdoğan’a ve AKP’ye özgü bir söylem değildir. İş kazalarının olağan olduğuna dair yaklaşım Türkiye’de farklı görüşlerden siyasetçiler, işadamları, mühendisler ve hatta sendikacılar ve işçiler tarafından da yaygın olarak kabul gören bir yaklaşımdır.

Bugüne kadar 160 işçinin hayatını kaybettiği Tuzla tersaneler bölgesinde yaşanan iş cinayetleri üzerine saha araştırması yapmış biri olarak Tuzla’da görüştüğüm birçok kişiden, bugün Erdoğan’dan duyduğumuz ve yadırgadığımız iş kazalarının olağan olduğuna dair cümlelerinin çok benzerlerini duyduğumu söyleyebilirim.

tuzla-tersaneler-bolgesinde-patlama

Bu yazıdaki derdim, bugün Soma’da iş cinayetlerini doğallaştıran iktidar söylemini Tuzla tersanelerinin patron ve mühendislerince dile getirilen benzeri söylemlerle karşılaştırarak, iş cinayetlerinin normalleştirilmesine Soma özelinde değil daha genel bir perspektiften yaklaşmak ve “iş kazaları zaten dünyanın her yerinde oluyor, doğaldır” argümanının nasıl meşrulaştırıldığını anlamaya çalışmak. Böylece iş cinayetlerine karşı tepki ve eleştirilerimizi sadece tekil ve kişisel bir iktidara değil onunla beraber adına neoliberal kapitalizm dediğimiz daha kapsamlı bir söylemsel ve ekonomik iktidara yöneltmemiz mümkün olacaktır.

Gelin isterseniz ilk önce, siyasilerin ve patronların iş cinayetleri üzerine daha önce neler söylemiş olduklarını hatırlayalım. Hiçbirimiz 2010 yılının Mayıs ayında Zonguldak Karadon’da 30 madencinin ölümüne yol açan iş cinayetinin ardından Erdoğan’ın, tıpkı bugün Soma’da söylediklerine benzer şekilde “ölüm madencilik mesleğinin kaderinde var” dediğini unutmadık. Aynı iş cinayetiyle ilgili konuşan dönemin çalışma bakanı Ömer Dinçer de ölen işçiler için “güzel öldüler” diye demeç vermişti. Bu açıklamalar, ne maden kazalarına ne de AKP’lilere özgü.

Aşağıdaki açıklamaların bir kısmı basında bir kısmı da “İş Cinayetleri Almanağı 2012”den derlenmiş, başta Tuzla tersaneleri olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde meydana gelen iş cinayetlerine dair yetkililerin ifadeleridir.

*Dönemin Türkiye Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) Başkanı Murat Bayrak: “Gemi inşa sektöründe senede 4 ila 5 ölüm doğaldır. Trafik kazaları ne zaman biterse, gemi inşa sanayinde de kazalar o zaman bitecektir.”

*22 Haziran 2012’de metro inşaatında meydana gelen göçük sonrasında Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binalı Yıldırım: “Yeraltında çalışıyoruz. Tedbirler alınmakla beraber zor bir iştir. Buna benzer olaylar yine de beklenebilir. Dünyada da böyledir. Normaldir.”

*Tuzla’daki en büyük tersane olan Sedef Tersanesi’nin sahibi Metin Kalkavan Tuzla’daki çalışma koşullarına dair eleştirilere karşılık olarak: “İşçi ölebileceğini bilmelidir.”

*Hayatını kaybeden tersane işçileriyle ilgili olarak dönemin GİSBİR başkanı Murat Bayrak: “Ölmeleri için değil, iş, aş için işe almıştık. Ancak ömürleri o kadarmış, vefat ettiler. Kasten öldürmüşüz gibi bir hava içine girildi.”

*15 Temmuz 2010’da Tuzla-Torlak Tersanesi’nde gece mesaisi yapan işçi Nurettin Bingöl’ün emniyet kemeri olmadığı için düşerek hayatını kaybetmesinin ardından tersane açılışı için bölgeye gelen dönemin devlet bakanı Zafer Çağlayan: “Provokasyona gelmeyin, sektörü öldürmeyin.”

Bayrak, Yıldırım ve Kalkavan’a ait ilk üç açıklamada iş kazalarının doğal, istatistiki olarak beklenen bir olasılık, tüm dünyada böyle ve normal olduğu vurgulanırken, özellikle Bayrak ve Çağlayan’a ait son iki ifadede bu durumun doğal ve normal olmadığına dair eleştiriler bir “tehdit” olarak algılanıyor. “Doğal” karşılanması gereken bir ölümün istisnai ve olağandışı bir durum olarak ifade edilmesi “provokasyon” ve “cinayetmiş gibi gösterme çabası” olarak değerlendiriliyor.

Görüldüğü gibi iş kazalarının doğal, istatistiki olarak beklenen ve normal bir durum olduğuna dair algı iş adamları ve siyasiler arasında oldukça yaygın ve kabul gören bir söylem. Araştırmam süresince Tuzla’da iş cinayetleri yaşandığında, tersanecilerin “bu tür olaylar dünyanın her yerinde oluyor, bizim basın abartıyor” diye özellikle basını suçladıklarına tanık oldum. Bu kazalar dünyanın her yerinde olduğu halde özellikle Tuzla’nın iş kazalarıyla anıldığına dair bir hâkim algı vardı ve bu durum basının “kötü niyetli” olmasına bağlanıyordu. “Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen iç ve dış güçler, dünyanın geri kalanındaki iş kazalarını görmezden gelirken Türkiye’deki iş kazalarını özellikle öne çıkarıyorlar” düşüncesi tersaneciler arasında oldukça yaygın bir kanı. Bir tersane yetkilisinin aşağıdaki demecinde bu yaklaşım açıkça görülüyor:

“100 milyon euroluk tek parça yat ihracı yaptık, kimse yazmadı, basın yoktu. Hâlbuki bu Türkiye’de bir ilk. İlk defa tek parça 100 milyon euroluk ihracat yapıyoruz, ‘Türkiye çığır açtı’ demeleri gerekirken kimse yazmadı. 4 milyar dolarlık iş yapıyoruz bunu yayınlamıyorlar. Yan sanayiyle beraber 100 bin kişi aileleriyle beraber 500 bin kişi geçindiriyoruz yazmıyorlar. İş kazalarını yazıyorlar. Yaz ama bu kadar tahkir edici, bu kadar küçük düşürücü, bu işe gönül vermiş insanları bu kadar ayaklar altına alarak yazıyorlar. Ben basını buradan kınıyorum, tümünü kınıyorum hem de.”

Tüm bunların arasında en ilginci GİSBİR’de genç bir Gemi Mühendisi ile 2011 yılında gerçekleştirdiğim bir söyleşiydi. Konu iş kazalarına geldiğinde, gemi mühendisi Tuzla’da alınan önlemler sayesinde iş kazalarının sayısının aslında çok azaldığını ama basının bunları yazmayıp sadece ölümlü kaza olunca Tuzla’yla ilgili haber yaptığından yakındıktan sonra bana Norveç’te bir gemi indirme töreni sırasında 14 işçinin öldüğünü duyup duymadığımı sormuştu. Ben “duymadım” deyince, “duymazsın tabii, çünkü Norveç basını bizim basın gibi vatan haini değil. Ulusal endüstrisini koruyor, bir kaza olsa bile bunu yazmıyor” diye iddia etmişti. Yine Japonya gibi gemi üreten gelişmiş ülkelerde de benzeri kazaların Türkiye’yle aşağı yukarı aynı oranda yaşandığına dair istatistikler olduğunu ama Japon basınının Türk basınına göre milliyetçi olduğu ve milli çıkarlarını koruduğu için bu kazaları bilerek haber yapmadığını iddia etmiş; tersane kazalarının hiç istenmese de tüm dünyada bu işin doğal bir parçası olduğunu söylemişti.

Görüştüğüm gemi mühendisi, gelişmiş Batı ülkelerinin Türkiye’nin güçlenmesi ve kendi seviyelerine gelmesinden çekindiği için iş kazalarını bahane ederek Türkiye’nin üzerine geldiğini iddia etmiş ve bana aynen şöyle söylemişti:

“Batılı ülkeler, ekonomik büyümenin tüm aşamalarından yıllar önce geçmişler. İngiltere 19. yüzyılda sanayileşirken, işçiler sapır sapır ölüyordu. O zaman ne insan hakları ne işçi hakları diye bir şey vardı. Batıya yetişebilmek için onların 200 sene önce geçtiği aşamalardan biz şimdi geçiyoruz. Ama onlar, kendileri sanayileşirken var olmayan insan hakları gibi söylemlerle bugün üzerimizde baskı kurmaya çalışıyorlar. Ekonomik büyümenin bir bedeli var. Biz de Batı ülkelerinin ekonomik seviyesine ulaştığımızda o zaman insan haklarından konuşuruz. Ama bugün insan hakları Türkiye için bir lüks.”

19. yüzyıl İngiltere’sine dair bu sözler size de tanıdık geldi mi?

Tayyip Erdoğan Soma’daki maden faciasını İngiltere’de 19. yüzyılda yaşanan maden kazalarıyla karşılaştırdığı sırada ben de işte tam üç yıl önce gerçekleştirdiğim bu söyleşiyi hatırladım. Bugün gelişmekte olan Türkiye ile 19.yüzyılda sanayileşen İngiltere arasında bir karşılaştırma yapmak bizlere şu an çok tuhaf ve anlamsız gibi gözükse de, aslında bu tür karşılaştırmalar ne Erdoğan’a özgü ne de yeni.

Tüm bunları, bugün Erdoğan’ın Soma’daki maden faciasına yönelik sözlerinde somutlaşan kaderci ve iş kazalarını normalleştirici söylemin aslında Türkiye’de, hızla ekonomik büyüme kaygısı, milliyetçilik anlayışı, Batı’ya yetişme fikri gibi geçmişi eski birçok farklı kanaldan beslenen ve sadece AKP ile özdeşleştirilemeyecek yaygın bir yaklaşımın tezahürü olduğunu vurgulamak için dile getirdim. Erdoğan’ın sözleri, geçmişten beri örülen iş cinayetlerini doğallaştırmaya yönelik bu anlayışın kemikleşmiş bir dışavurumundan ibaret.

Dolayısıyla iş cinayetlerinin normalleştirilmesini eleştirirken bu normalleştirmenin tarihsel, siyasi ve ekonomik arka planının kapsamlı bir şekilde analiz edilmesi gerekiyor.

Soma madenlerindeki işçi katliamı ile birlikte Türkiye’de bugüne kadar yaşanan iş cinayetlerini sadece AKP hükümetinin kâr hırsı veya Erdoğan’ın “şeytani kişiliği” ile açıklamak yeterli değil. Soma’da hayatını kaybeden işçilerin yakınlarını tokatlayan, protestoları ağır polis şiddetiyle bastırma emri veren bir başbakanın, gözü dönmüş bir iktidar hırsından ve kaybetme korkusundan beslenen iyice otoriterleşmiş bir rejimi temsil ettiği aşikâr. Ne var ki, dünyanın başbakan ve polis şiddetinin Türkiye kadar görünür olmadığı başka köşelerinde de maalesef çok sayıda iş cinayeti gerçekleşmeye devam ediyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre her yıl dünya çapında 300 bini olay mahallinde 2 milyonu da maruz kaldıkları kimyasal maddeler ve olumsuz çalışma koşulları dolayısıyla ortaya çıkan çalışmaya bağlı hastalıklardan olmak üzere toplam 2.3 milyon işçi iş cinayetlerinde hayatlarını kaybetmektedir. (bkz: “ILO Mart 2013 İş Sağlığı ve Güvenliği Verileri:”)

İş güvenliği konusunda yasal düzenlemelerin sıkı olduğu ve öte yandan tıpkı Türkiye’de büyük işverenlerin ağır ve tehlikeli işleri taşerona devretmesi gibi, örneğin yoğun kimyasal madde kullanımı gerektiren gemi söküm gibi işleri gelişmekte olan ülkelere devreden birkaç Kuzey ve Batı Avrupa ülkesi dışında işçilerin çalışma koşulları tüm dünyada pek de iç açıcı değil.

Günümüzde işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının gitgide olumsuzlaşmasını tekil bir iktidara bağlayıp vicdanımızı rahatlatamayız. Tüm dünyada neoliberal kapitalizmin bekçiliğini yapan, işçilerin sendikalaşma, örgütlenme, sağlıklı bir ortamda çalışma haklarını ve iş güvencelerini ellerinden alan, daha fazla kâr, daha hızlı büyüme için işçi maliyetlerini düşürmeyi başlıca amaç haline getiren dünyadaki tüm iktidarlar, şirketler ve sermaye grupları iş cinayetlerinin ortak sorumlusudur.

Özetle şunun altını ısrarla çizmek gerekiyor: Dünyanın başka yerlerinde ve başka zamanlarda gerçekleşmiş olan iş cinayetleri Soma’da yaşanan işçi katliamını kesinlikle doğallaştırmaz. Tam tersine neoliberal kapitalizmin insanlık dışı doğasını gözler önüne serer ve kapitalizmin küresel ve tarihsel vahşetini ortaya koyar.

Dolayısıyla Türkiye’deki iş cinayetlerini eleştirirken dünyanın başka yerlerindeki görece olumlu verilerle karşılaştırma yapmak tek başına yeterli değil. Bunun yanında ekonomik büyümeyi insan hayatının önüne koyan küresel kapitalizmin mantığını da sorgulamayı unutmamak gerekiyor.

Kapitalizm eleştirisi yapılmadan sadece hükümet eleştirisiyle kalınması, bugüne kadar yalnızca AKP’nin iyice otoriterleşen iktidarı ve Erdoğan’ın şeytani kişiliğine yüklenen liberal entelektüeller ve iş adamlarıyla aynı safa düşmeye yol açacaktır. Şüphesiz bugün hepimiz artık AKP’den kurtulmak istiyoruz. Peki, AKP giderse hayat işçiler için güllük gülistanlık mı olacak? İşte bu sanrıyı yaratan liberal iş adamları, aslında kapitalizmin vahşetini tek kişiye yükleyerek kendilerini aklama telaşındalar. Sorunun temeli A partisi veya B partisinin iktidarından ziyade, iktidara hangi parti gelirse gelsin kârlılığı insan yaşamından daha çok önemseyen kapitalist anlayışın sürdürülmesindedir.

Daha somut konuşmak gerekirse, bugün Soma’da yaşanan kazalara dair araştırma önergesi vermiş olmakla övünen CHP eğer iktidarda olsaydı, Soma’daki işçi katliamı kesinlikle yaşanmazdı diyebiliyor muyuz? Bunu diyemiyorsak eğer, iş cinayetlerinin nedenini de sadece gerçekliğinden şüphe duymadığımız Erdoğan’ın şiddet severliği, AKP’lilerin hırsızlıkları ve paragözlükleri ile açıklamak mümkün olabilir.

Benim Tuzla tersaneler bölgesindeki iş cinayetleri üzerine saha çalışması yaptığım dönemde belediye başkanı AKP’li iken, onun en büyük rakibi CHP’li aday da Tuzla’da bir taşeron şirketin patronuydu. Dolayısıyla temelde değişmesi gereken sadece iktidar partisi değil, iktidar partisi hangisi olursa olsun, işçileri güvencesizleştiren taşeronlaşma, kaçak, kayıtsız, sigortasız çalıştırma gibi uygulamalardır. Mülksüzleştirilmiş işçilerin kendi ürettikleri üzerinde hiçbir söz sahibi olmadıkları, ana işverenlerin, büyük patronların iş cinayetleri karşısında hiçbir yaptırıma maruz kalmadığı, iş cinayetlerinin faturasının sadece küçük taşeronlara veya birkaç iş müfettişine kesildiği bir düzende, iş cinayetlerinin doğallaştırılmasına ve normalleştirilmesine şaşırmamak gerekir.

Dolayısıyla öncelikle sorgulamamız gereken, Soma’dan Tuzla’ya iş cinayetlerinin doğallaştıran, bedeli ne olursa olsun bir an önce ve hızla büyüme ve daha çok kâr etme gerekliliği üzerine bina edilmiş neoliberal ekonomik yapıdır. Bu yapı bertaraf edilmediği sürece iktidara hangi parti gelirse gelsin iş cinayetleri maalesef gerçekleşmeye ve doğallaştırılmaya devam edecek.


Bu yazı daha önce Davetsiz Misafir blogunda 16.05.2014 tarihinde yayınlanmıştır.
Erişim: davetsizmisafir.org