Tarımda Finansallaşma ve Kredi Bağımlılığı – Yetkin Borlu
in DE-FIRE,Ekonomi,Emek,Medyada RIT,Politik Ekonomi
Küresel Kriz’in başladığı 2008 ve onu takip eden yıllarda Türkiye’nin finansal performansı gerek yurtiçinde gerek yurtdışında parmak ısırtıyordu. Yunanistan, İspanya ve Portekiz finansal duraksamanın yükünü en ağır şekilde hissederken Türkiye’de hükümet Avrupa Birliği üyeliğine gerek kalmadığını açıkça söylüyordu. Hükümetin açıklamalarının ardında yatan güvenin bir nedeni 1990’ların spekülatif dönemine nazaran daha fazla denetlenen ve öngörülebilen bir finansal düzenin kurulu olmasıydı. Ancak şu günlerde ABD Federal Rezerv Sistemi’nin (FED) attığı her adımın Türkiye ekonomisindeki belirleyiciliğinin açığa çıkardığı bir neden daha vardı. Küresel Kriz’in ulusal ve uluslararası etkilerini azaltmak için FED’nin başvurduğu parasal gevşeme (quantitative easing) Brezilya, Hindistan ve Türkiye gibi çıkışta olan ekonomilere büyük bir finans akışı sağladı. Bu finansal genişlemenin etkileri kredi hacminde ve krediye bel bağlamış sektörlerde önemli derecede hissedildi. Türkiye tarımı ve üreticisi bu finansal genişlemenin dışında kalmadı. Bu yazıda, tarımda yaşanan kredi genişlemesinin ardında yatan nedenlere değindikten sonra yakın zamanda araştırmayı tamamladığım mısır sektörü üzerinden krediye bağımlı tarımsal üretimin küçük ve orta çiftçiler üzerindeki etkileri tartışacağım.
TARIMDA DEVLET DESTEKLİ ÜRETİMDEN VE KREDİYE BAĞIMLI ÜRETİME
Yeni binyıla ağır bir ekonomik kriz eşliğinde başlayan Türkiye, çiçeği burnunda yeni iktidarı ile tarımda yaşanan kredi daralmasının içinden oldukça çabuk çıktı. 2003 yılında 4 milyar TL olan toplam tarım kredisi hacmi 2008’de 13 milyar TL’ye çıktı. Yukarıda sözünü ettiğim parasal gevşemeden haylice faydalanan tarım sektöründe 2010’da 23 milyar TL, 2014’te ise 33 milyar TL kredi kullanıldı. Pekala “tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olan” Türkiye neden bu kadar kredi kullanmaya gereksinim duyuyor? Bu sorunun cevabını yakın tarihimizde aramak gerekiyor.
Cumhuriyet’in erken yıllarında başlayan ithal ikameci kalkınma modelinin önemli ayaklarından biri olan devlet destekli kırsal kalkınma siyaseti 80’li ve 90’lı yıllarda destek verilen ürünlerin sayısının azaltılması ve Süt Endüstrisi Kurumu’nun özelleştirilmesiyle çözülmeye başlamıştı. Ancak tarımda yapısal dönüşümün en etkili yaşandığı dönem 2000’li yıllardı. IMF ve Dünya Bankası tarafından dönüştürülmesi elzem görülen destekleme sistemi, kamu iktisadi teşebbüsleri ve destekleme fiyatları üzerine kuruluydu. Tarım satış kooperatifi birliklerinden devlet desteğinin çekilmesi, TEKEL’in tütün fabrikalarının özelleştirilmesi, şeker fabrikalarının özelleştirme gündemine yerleştirilmesi ve destekleme alımlarının uluslararası piyasa fiyatlarına göre belirlenmesi öngörülen değişimlere sadece birkaç örnek.
2001 Krizi ardından tarımdaki yapısal dönüşüm nedeniyle kesilen devlet destekleri tarımsal üretici sayısında önemli bir azalmaya yol açtı. On yılın başında 8 milyon üretici sayısı 2006’ya varıldığında 5 milyona inmişti. Fakat bu noktadan sonra tarım istihdamı yavaş bir yükseliş izleyerek 6 milyona kadar çıktı. Tarımsal üretici sayısındaki azalma yapısal dönüşüm sürecinin özellikle küçük ve orta çiftçiye karşı işlediği su götürmez bir sav. Bununla beraber, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2008 tarihli Tarımsal İşletme Yapı Araştırması’na göre, tarımsal istihdamın en düşük olduğu 2006 yılında bile 100 dekardan küçük tarımsal işletmelerin toplam işletmelerin beşte dördünü ve kullanılan arazinin üçte birini temsil ettiğini görmek, küçük ve orta çiftçilerin direncinin ve Türkiye tarımının yapısal unsuru olduklarının teslimini gerektirir.
Bu yazıya sığmayacak ancak tartışılması önemli bir konu, tarım istihdamındaki bu değişimde piyasa şartları ve devlet desteği kadar tarım-dışı sektördeki artan iş fırsatlarının oynadığı roldür. Tarımın özellikle küçük ve orta ölçekli çiftçiler için tek gelir kaynağı olmaktan çıktığı bir süreçte hane halkının gelir kaynaklarının tarım-dışı istihdam ile desteklemesi 2000’lerde daha sık rastlanan bir geçim stratejisi olarak ortaya çıktı. Gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesi yanında küçük ve orta ölçekli çiftçilerin bir diğer geçim stratejisi, gelir getirisi düşen konvansiyonel ürünlerden (şeker pancarı, tütün, pamuk, vb.) alternatif ürünlere geçiş oldu. Bu alternatif ürünler piyasa değeri daha yüksek ve ihracat olanağı olan sebze ve meyve üretimi ve yağ, şeker ve yem gibi gıda sektöründe hammadde olarak kullanılacak ve tarım-gıda şirketlerinin talebinin yüksek olduğu ürünlerden müteşekkildi. Talebi yaratan önemli yerli şirketlerin yanında uluslararası şirketler bulundukları sektörlerde lider durumda. Aşağıda ayrıntısına gireceğim mısır üretimindeki talebi yaratan şirketler arasında tatlandırıcı sektöründe Cargill ve yem sektöründe CP başı çekiyor.
Ürünlerin sunulduğu piyasa şartlarına paralel olarak ürün yelpazesindeki değişimin masraflarını küçük ve orta çiftçilerin özkaynaklarıyla karşılayamaması, bu üreticilerin krediye bağımlı bir üretim modeline geçmesiyle yakından ilişkili. Önceden belirttiğim gibi devlet destekli tarım piyasalarından şirketlerin etkisindeki piyasalara geçiş sırasında üretici sayısında önemli bir kayıp yaşandı. Buna ek olarak çiftçinin üretime devam etmek için kullandığı kredi borcunu ödeyemeyip teminat olarak gösterdiği mülkünü kaybetmesi kırdaki yoksullaşmanın önemli etkenlerinden. BDDK verilerine göre 2008’de yarım milyar TL miktarındaki takipteki kredi borcu, 2014’te 1 milyar TL seviyesine çıktı. Çiftçinin borç yükündeki artışın mülksüzleşmeye ve yoksullaşmaya etkisini kabul etmekle beraber 2008’de takipteki borcun toplam kredi hacmine oranının (4%) 2014’te değişmediğine işaret etmek gerekli.
Bu noktada çiftçinin artan borç yükünün neden olduğu mülksüzleşmeye ek olarak, krediye bağımlı üretim modelinin üretici ve sanayi arasındaki mübadelede üreticinin pazarlık gücünü önemli derecede zayıflattığı çoğu zaman dikkatlerden kaçan bir nokta. Başlıca tatlandırıcı ve yem sektörlerinde kullanılan sanayi tipi mısır, ekiminden hasadına kadar sermaye-yoğun bir ürün. Özellikle tohum ve gübre gibi girdi kalemlerindeki yükselen fiyatlar, küçük ve orta çiftçinin krediye yönelmesindeki önemli etkenlerden. 2012’de Sakarya, İzmir ve Manisa’da mısır üretimi üzerine gerçekleştirdiğim saha araştırmasındaki bulgularım, küçük ve orta çiftçilerin borç yükünün çiftçiyi hasat döneminde ürününü satmaya zorladığı yönündeydi. Çiftçilerin fiyattaki pazarlık gücünün zayıflaması ve ürününü değerinden düşük fiyatta elden çıkarması, hem tüccarın hem de ürünü sattıkları şirketlerin kar oranını arttırıyordu.
SONUÇ YERİNE..
Çiftçilerin borç yükü nedeniyle ürünlerini adil olmayan düşük değerlerde satmaları ve bundan şirket ve tüccarların kâr etmeleri yeni bir bulgu değil. Ancak yeni olan, yapısal dönüşüm şartları altında kredi kullanımının ve borç yükünün özellikle küçük ve orta üreticiler arasında yaygınlaşması ve yapısal bir nitelik kazanması. Bu açıdan bakıldığında şirketleşen ekonomilerde yaygınlaşan kredi kullanımının nasıl yeni sömürü ilişkilerine yol açtığı sorusu, daha fazla araştırmalara ihtiyaç duyulan bir alan teşkil ediyor.
* Bu yazı Rural Sociology dergisinde basım aşamasındaki “A Story of Post-Fordist Exploitation: Financialization and Small-Scale Maize Farmers in Turkey” başlıklı makalemin bir özetidir. Araştırmam sırasında gerek sahada gerekse uzaktan destek olan Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu üyelerine ve gönüllülerine minnettarım.
** Bu yazı Finansallaşma ve Borç Araştırma Ağı üyeleri tarafından BirGün Pazar Eki için kaleme alınan yazılardan biri. İlk olarak BirGün Pazar Eki’nde 19 Nisan 2015 tarihinde yayınlanmıştır. İrtibat için: http://riturkey.org/hakkimizda/iletisim/